Sokaklarda dans
Şehrin en işlek caddesinin üstü.
Hani bütün İtalyan moda markalarının olduğu caddelerden.
Otelim hemen yan sokakta ve 4 gündür her gün defalarca solo performans yapmaktan oram buram acı acı ağrıyor.
En antipatik turist kafesinde oturmak hiç istemiyorum ama başka yere gidecek ne gücüm var ne isteğim.
Mecburen oraya çöküp, kızarmış patatesli bir tabak söylüyorum. Comfort food dedikleri, midem dolsun, gücüm gelsin ve kendimi biraz evimde hissedeyim tabağı.
Çok sevdiğim bir dans performansını sergilemek için gelmişim buraya ve kendime ait bir kulisim var. Gurur duyuyorum içten içe. Her şeyden önce artık kulis gibi basit görünen ama çok elzem olan ihtiyaçlarımı istemeyi ve elde etmeyi öğrenmiş olmaktan...
Zanaatımla dünyada gezme şansım olmasından dolayı çok memnunum. Dans ederek, o an orada olabilmekten, o yemeği yiyecek parayı kazanmaktan dolayı çok memnunum.
Ama yorgunum. Sanki beni oraya atmışlar gibiyim. Tüm gün gözler üzerimdeyken güzel görünmeye çalışmaktan yorgunum. Üstelik içinde olduğum hareketli heykelin merkezinde 26 km/ saat hızla esen bir rüzgar var ve iki deli kumaşla tamamen doğaçlama dans ederken, bazen düşecek gibi oluyor hatta düşüyorum. Düşmeyi biliyorum çok şükür incinmiyorum. En fazla ayaklarımda bir kaç yara.
Ama düşerken bile estetik görünmek çabasından yana dertliyim.
Kafede, etrafımda her milletten insan konuşuyor, diller birbirine giriyor. Duyuyorum ama ayırt edecek halde değilim.
Hiç konuşmayan tek bir kişi var. Çizgili t-shirt’ü, 3 at kuyruklu kafası, boynunda düdüğü ve bembeyaz yüz makyajı ile bir sokak performansçısı.
Bir buz kovası var ve gelip kovasını bir çiftin oturduğu öndeki masalardan birinin üstüne koyuveriyor. Pek çok turistik kafede olduğu gibi, akıp geçen sokağa vitrin gibi bakan masalarda oturuyoruz.
Benim yemeğim gelmiş o sırada ama elimi kaldırıp ağzıma götürmek dert.
Ve birden adam, sokaktan geçen herkesin dahil olduğu bir oyun oynamaya başlıyor. Kiminin telefonla konuşmasını, kiminin arkadaşıyla birlikte yürüyüşünü, çanta tutuşunu, çok havalıyım! havalarını, duruşunu, salınımını, kafasına esen her şeyi taklit ederek bir oyun tutturuyor.
Kimi görüyor, kimi sonra fark ediyor, kimi anlamadan geçip devam ediyor.
Masalarda oturanların dikkatini, üstelik hiç de yaygara yapmadan toplamayı çok kısa sürede başarıyor.
Güzel görünme derdi hiç yok, hatta insanların bu derdini pantomim ile abartarak ve bizi sessiz oyununa çekerek güzelleştikçe güzelleşiyor adam.
Bir kadına tasma takıp, onu köpek gibi gezdiriyor, gidemediği için şaşıran kadın durup arkasına bakıyor ve sokak ortasında gülüp sarılıyorlar.
Titreyen elimi ağzıma götürüyorum bir lokma daha yemek için ve kendi kendime sessizce bir dilek diliyorum. Zanaatını utanmadan ve güzel olma endişesi taşımadan, her yerde, hatta özellikle sokakta yapabildiğin gün yakındır umarım Özgecan’ım. (Araya karışan, okumayan kalmasın cinsinden
kitap önerisi: Barbara Ehrenreich / Dancing in the Streets)
Adam kovasını alıp masalar arasında dolaşırken bir anda herkesin arkadaşı olmayı başarmış bile.
Hala hiç söz yok.
Ben kuralı bozuyorum ve ona diyorum ki ‘Çok güzelsin!’.
O.