top of page

Korkunun nelere faydası var...


Ocak 2013

Çin takvimine göre Yılan yılına girmek üzereyiz...

31 yaşıma girmeme 3 hafta, 5 aylık Los Angeles macerası ve çeşitli eğitimlerden sonra bir kez daha Türkiye’ye dönmeme iki gün var.

Pazar sabahı Fiko’cum ile Melissa ve Omar’la kahvaltı masasındayız... Gülüşüyoruz, deli miyim ona karar vermeye çalışıyoruz..

Bir kaç saat sonra Venice’deki o zamanki yoga evim, kendimi çok güvende hissettiğim, Exhale Center for Sacred Movement’a doğru yola çıkacağım.

Tek başıma...

Çalışma, sevgili öğretmenim Shiva’nın bir yılanbaz ile birlikte yürüteceği Naga Shakti adında, sahaja (spontan) yoga çalışması, 3 saatlik bir atölye...

Ben yılanlardan çocukluğumdan beri korkuyorum. O sırada takriben 30 senedir işte... Hindistan’a dans gösterisi için gittiğimizde bile, sokakta oynatılan yılanlara bakamamışım, resmini bile görmek içimi bir fena ediyor. Bu çalışmaya, haftalar öncesinden kayıt yaptırmışım, para ödemişim.. İçimden de diyorum ki, en kötü, çok korkarsam gitmem...

Salona girdiğimizde atölye için bekleyen yaklaşık 60 yogi, hocam Shiva, Yılanbaz adam(adını unutmuşum) ve sepetleri içinde 4 boa yılanı var.

Shiva soruyor, ‘Kimler yılanlardan korktuğu için burada?’

Benimle birlikte bir dolu el kalkıyor.

Önce Shanti adındaki en büyük ve olgun boa yılanını sepetinden çıkarıyorlar. Shanti yanılmıyorsam 3 metre filan, ya da benim gözümde olduğundan daha büyük o sırada, koca bir atkı gibi kalın bir bedeni var. Ve hayvan müthiş bir yavaşlıkla Shiva’nın boynuna dolanıyor ve başlıyorlar birlikte dans etmeye. Bu esnada anlatıyor Shiva:

‘Çocukluğumdan beri yılanlardan korkardım.. Sonra bir gün bu korkumla yüzleşmeye kendimi hazır hissettim ve gidip bu yılanbaz ve Shanti ile tanıştım. 46 yaşındaydım, başlangıçta çok irkildim ve 3-4 saat sonunda bir şeylerin çözüldüğünü, korkunun ötesinde nefes alabildiğimi hissetmeye başladım ve bu atölyeleri benim gibi korkusu olanlar için yapmaya başladım.’

Salonda 2 saat sahaja yoga yaptıktan sonra, yani aslında yılanlar gibi hareket ettikten sonra (ben tabi bu arada hayvanlarla aynı yerde olmanın getirdiği hislerden, gözümden süzülen yaşları koluma bacağıma silerek devam ediyorum o anda, orada kalma çabasına...) bir an geliyor. Matımdan kalkıp, yılanlarla oturanların durduğu 4 minderden birine geçiyorum. Benden önceki arkadaşım, küçük boa yılanını ellerime bırakıyor. İki avucumun içinde neredeyse hareketsiz duran hayvanı elime aldığım anda yine büyük bir dalga gözyaşı dökülüyor. Tıpkı onun gibi, bende de hareket yok. Birbirimizden korkuyoruz, birlikte korkuyoruz... Shiva gelip, benimle oturuyor. Hayvanın kokusunu, soğukluğunu ve yağlı hissini ilk kez duyumsuyorum. Nefes almaya çalışıyorum. Ön kolumdan biraz daha uzun olan hayvan, ben nefes aldıkça çözülmeye başlayıp kolumda ilerliyor. Hareket edişi, bandhalarla... Yani bedenini kasıp yükselerek, birazcık ilerliyor. Benden hala yaşlar süzülüyor.

4 bilemedin 5 dakika sonra da başımı hayvana doğru eğip, ‘Tamam’ diyorum. ‘Şu an ben bu kadarına hazırım. Sana bu tanışma için teşekkür ederim... Umarım ırklarımız arasındaki husumet çözülür, umarım gözyaşlarıyla açığa çıkan korkum dağılarak havaya karışır ve umarım bir gün yine karşılaşırız...

Sana teşekkür ederim, küçük boa yılanı. ‘

Onun adını bile bilmiyorum.

O günden bugüne bir daha elime yılan almadım, denk gelmedi. Zaten bu hayvanlar insanlardan kaçan, soğukkanlı hayvanlar... Çalışmaya katılmamın belki tek farkı, kafamda bu korkuya ayırdığım büyük klasörün zamanla aramalarda çıkmaması olabilir. Yani beynimdeki search butonuna bastığımda, yılan korkusu dosyası, çocukken korktuğum plastik yılanın hatırası zamanla silikleşmeye başladı. Bir yerde yılan resmi gördüğümde daha az, hatta bazen hiç irkilmediğimi fark ettim. Ve birazcık da hayali bir elle sırtıma vurdum. ‘Aferin..’

Sahne sonu...

Kesmeyle 4 sene sonrasına geçiş,

Istanbul’dayım. Yoga Journal ekibiyle, onların düzenlediği çok keyifli bir etkinlikten çıkmışız. Kafamda bir fikir var, aklıma düştüğü günden beri evirip çeviriyorum, başarısızlıktan korktuğum için kendimi vazgeçirmeye çalışıyorum. Ama biliyorum ki birilerine söylersem, o zaman gerçek olur, o zaman vazgeçemem.

Yoga ile ilgili sohbet yapacak belki en son kişi benim, ben bir dansçıyım. Profesyonel hayatımda, bir kaç tiyatro oyunundaki küçük repliklerden başka konuşmanın olmadığı bir yerden geliyorum. Yoga eğitmenlik eğitimlerinde de hocalarımın hep üstüne basıp durduğu konu, sesimi nasıl kullanacağım. Madem 600 kişiye bir anda ders vermek istiyorum (Yoga eğitmenliği staj programı sırasında, hocam bu soruyu sorduğunda ağzımdan bu sayı çıkmış, ben bile şaşkınım...) o zaman sesimle bağ kurmayı hatırlamalıyım.

‘Peki ben bu vaktini alacağım sevgili hocalarıma ne soracağım, bana mı kaldı bu işi yapmak? Nereden aklıma geldi bu saçma fikir, ve neden gitmiyor aklımdan...

Ya dinleyenler beğenmez, eleştirir, ben de aptal yerine düşersem...

Daha da kötüsü, ya hiç kimse dinlemezse?

Ozgecan’ım bence sen bu işe hiç girme...

Harekete, dansa, yogaya filan odaklan, bu sevdadan vazgeç...’

O anda zihnimde yanan led tabelada Joseph Campbell:

‘Aradığın hazine, içine girmekten korktuğun mağaradadır.’ diyor.*

Ve başlıyor Yoga ve Ben podcast macerası...

İkinci sezonu neredeyse yarılamışken, hala kayıt tuşuna bastığım anda, delicesine korktuğumu söyleyebilirim. Ama korku yılanını ellerimde saygıyla taşıyarak yürümeye devam ediyorum. Ve korku bir kez daha yavaş yavaş silikleşirken, beni kararlılıkla destekleyen Yoga Journal Türkiye perilerine, vaktini ayırıp sohbet eden, aynı şekilde dinleyen, yorum yapan herkese ve korkunun sesini bastıran, sebepsiz cesaretime şükranım büyüyor...

*‘The cave you fear to enter holds the treasure you seek.’

Joseph Campbell

Fotoğraf: Haley Sharack (Bir başka eğitimden...)

Featured Posts
No posts published in this language yet
Once posts are published, you’ll see them here.
Recent Posts
Archive
Search By Tags
Follow Us
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page