Dünyanın kök çakrasında...
Dünyanın kök çakrasıymış burası. Öyle diyorlar. Balkanların en yüksek tepelerindeyim, yazın ortasında dağlarda. Bu sene ilk kez düzenlenen Udaya Live festivalin açılış çemberini vizem yetişmediği için kaçırdım. Normal şartlar altında 6. Kez değiştirdiğim uçak bileti, belirsizlik filan derken kendimden kalp krizi geçirip, durmadan tırnaklarımı yemeyi beklerdim ama sanırım gerçekten olgunlaşıp değişebiliyor insan. Ama hiç bir şey bir anda olmuyor tabii ki.
İkinci gün sevinçten seke seke odamdan inip festival alanına vardığımda türlü çeşitli şeyler olmaya devam ediyor. Oryantasyonu kaçırmama rağmen gönüllü olarak info desk’te buluyorum kendimi ve bilmediğim konularda cevaplar vermem, çözüm üretmem gerekiyor.
Allahtan yoga festivallerinde, böyle etkinliklerde insanlar daha sabırlı, sevecen ve yumuşak haldeler. Cevapları diğer gönüllüler, görevliler bazen de festival katılımcılarıyla birlikte buluyoruz. Bolca da gülüyoruz.
Arada sevgili hocamın 5 element temalı derslerinden ‘boşluk’ üzerine olana katılıyorum. Yumuşacık dersi, East Forest’ın güzel ötesi müzikleri eşliğinde yan matımda Mind Body festivalin yaratıcısı Stephanie ile birlikte yapıyoruz.
Ders sırasında hizamda ne hikmetse farklı bir şey deniyorum ve yine bir ampul yanma anı ile bedenimde rahatlıyorum. Kalçamda yaşayan o şey kendine alan buluyor, beni rahat bırakıyor.
Akşam yemek bitince, önce güzel bir konser, üzerine Dave Stringer ile Kirtan başlıyor ve harika bir hikaye anlatıyor müthiş sesiyle Dave.
“Köyün birinde çok güzel şiirler yazan bir adam varmış. Şiirler ona geldikçe yazmış, yazmış, yazmış. Şiir yazmaktan iş yapamaz olmuş. Köydeki herkes onun şiirlerini dinledikçe kendinden geçmiş. Bir süre sonra köyün ileri gelenleri işlerin aksadığını görüp, adama artık şiir yazmamasını söylemişler. Adam üzülmüş, fakat göklere bakıp, Tanrıdan gelen yine ona gider diyerek sayfaları tek tek koparıp, sevgiyle ırmağa bırakmış.
Aşağı köylerde yaşayanlar şiirleri bulmuş ve okumuş, ezberlemişler, şarkı yapıp söylemişler. Bir köyden diğerine yayılan şiirler dilden dile, ağızdan ağıza söylendikçe yıllar geçmiş, söyleyen duyan herkes mest olmuş.
Shiva mitolojide yıkıcı, yok edici tanrı olarak geçer. Aslında doğanın şaşmaz döngüsüne hizmet etmek için yıkar. Eskiyi bırakmadan yeninin gelmesi mümkün değildir. Yaptığın, yarattığın, yaydığın neyse senden gitmesine izin ver. Çünkü senin tahmin bile edemeyeceğin kadar uzağa gidip, dalga dalga büyüyebilir.
Her şey birbirine bağlıdır. Hiç bir şey kalıcı değildir ve sen yalnız değilsin.”
diye bitiyor hikaye. Oradan başlıyor mantra..
Om Namah Shivaya...
Birbirine dolanıyor gece, söz, şiir, şarkı...